20 Şubat 2015 Cuma

Anonim şirket genel kurulu




Anonim Şirket Genel Kurulları
Anonim şirket genel kurulları faaliyet yılının bitiminden itibaren üç ay içerisinde yapılır. Anonim şirketler gerek duyulduğunda olağanüstü genel kurullar yapabilirler
Toplantı şekilleri
Anonim şirket genel kurulları olağan veya olağanüstü olarak yapılır. Genel kurul çağrılı veya çağrısız olarak toplanabilir.
Çağrısız toplantı
Çağrısız genel kurullar sermayenin tamamını temsil eden ortakların katılımıyla yapılabilir. Pay sahiplerinin herhangi birinin itirazı halinde çağrısız genel kurul yapılamaz. Genel kurul, toplantı nisabı devam ettiği sürece karar alabilir.
Çağrılı genel kurul

Limited şirket hisselerinin devri



6102 sayılı TTK limitet şirket hisselerinin devrinde mülga 6762 sayılı TTK’den farklı düzenlemeler getirmiştir.
Hisselerin devir şekli her iki kanunda da aynıdır. 6102 sayılı TTK’nin 595 inci maddesine göre; devir işlemleri yazılı şekilde yapılır ve noterce onanır. Aynı şekilde 6762 sayılı mülga TTK’nin 520 inci maddesi devirlerin yazılı şekilde yapılmasını ve noterden onaylanmasını öngörmektedir.
Devir işlemlerinin onanması
Mülga TTK’nin 520 inci maddesine göre devir işlemlerinin geçerlik kazanması devrin şirkete bildirilmesi ve ortaklar pay defterine kaydedilmesi ile mümkündür. Hisse devirlerinin pay defterine kaydı içinse ortakların dörtte üçünün onayı gerekir. Dört üçün aynı zamanda sermayenin de dörtte üçünü temsil etmesi gerekir.

Şirket yöneticileri, SGK prim borcu ve ortakların sorumluluğu



Hukuk Genel Kurul Kararı
Şirket hisselerini devreden ancak devir işlemleri tescil ve ilan edilmeyen limitet şirket ortaklarının SGK prim borçlarından sorumluluğu devam etmez. 6762 sayılı TTK’na göre limitet şirket hisse devirlerinin tescil ve ilanı kurucu değil bildirici bir işlemdir.
2012/21-734 E., 2013/152 K. Ve 30.1.2013 tarihli Yargıtay  Hukuk Genel Kurulu kararına esas olan 506  ve 6762 sayılı kanunlar mülga kanunlardır.  Sözü edilen Hukuk Genel Kurul kararı mülga kanunlara dayansa da karar özü itibariyle bugün de genel olarak geçerli bir karardır.
Olay; limitet şirket ortağı hisselerini devreder ve şirket müdürlüğünden ayrılır ancak hisse devri ve müdürlükten ayrılma tescil ve ilan edilmez?
Sorun; ortaklıktan ve müdürlükten ayrılan ortağı SSK prim borçlarından sorumluluğu devam eder mi? 
Konuyla ilişkili yasalar 6762 sayılı eski TTK ve 506 sayılı yasadır. 6762 sayılı yasanın konuya ilişkin maddeler 38, 39 ve 520. maddelerdir. 6762 sayılı yasanın 38 ve 39. maddelerin 6102 sayılı yeni TTK’daki karşılığı 36. Madde, 520. Maddenin karşılığı ise 595. maddedir.  Eski ve yeni maddelerde konu açısından önemli bir fark yoktur.
TTK 38 ve 39. Maddeler teşci ve ilan edilen hususların üçüncü kişileri bağlayacağı, üçüncü kişilerin bu hususları bilmediklerini iddia edemeyeceğini öngörmektedir. Yeni TTK’nın 36. Maddesi de aynı doğrultuda bir düzenleme yapmıştır.

ŞİRKETTEN TAHSİL İMKANI KALMAYAN KESİNLEŞMİŞ AMME ALACAĞI



T.C.

DANIŞTAY

7. DAİRE

E. 2010/176

K. 2013/1030

T. 12.3.2013

• ŞİRKETTEN TAHSİL İMKANI KALMAYAN KESİNLEŞMİŞ AMME ALACAĞI ( Limited Şirket Ortağının Sorumlu Tutulabileceği - Kesinleşen Vergiler Nedeniyle Ortağın Takibinin 6183 S.K. Uyarınca Tesis Edilecek İşlemlerle Mümkün Olduğu )

• ORTAK ADINA VERGİ TAHAKKUK ETTİRİLMESİ ( Şirket Adına Tahakkuk Ettirilmesi Gereken Verginin Ortak Adına Tahakkuk Ettirilmesine Olanak Bulunmadığı - 6183 S.K. Hükümleri Uyarınca Ortak Adına Ödeme Emri Düzenlenmesi Gerektiği )

• LİMİTED ŞİRKET ORTAĞININ VERGİ BORCUNDAN SORUMLULUĞU ( Tahsil İmkanı Kalmayan ve Kesinleşmiş Amme Alacağından Dolayı Sorumlu Tutulabileceği - Şirket Adına Tahakkuk Ettirilen Vergi ve Fon Paylarının Kesinleşmesinden Sonra Ortak Adına 6183 S.K. Uyarınca Ödeme Emri Düzenleneceği )

6183/m. 35

4458/m. 242

ÖZET : Limited şirket ortağı, Şirketten tahsil imkanı kalmayan ve kesinleşmiş amme alacağından dolayı sorumlu tutulabilir. Şirket adına kesinleşen vergiler nedeniyle ortağın takibi ise, 6183 sayılı Kanun uyarınca tesis edilecek işlemlerle mümkündür. Şirket adına tahakkuk ettirilmesi gereken verginin ortak adına tahakkuk ettirilmesine olanak bulunmamaktadır. Şirket adına tahakkuk ettirilen vergi ve fon paylarının kesinleşmesinden sonra, ortak adına, 6183 sayılı Kanun hükümleri uyarınca ödeme emri düzenlenmesi gerekir
İstemin Özeti : Ortağı bulunduğu … Tekstil Sanayi ve Ticaret Limited

ANONİM ŞİRKETLERDE HİSSE HACZİNİN USUL VE ŞARTLARI


Yargıtay 12. Hukuk Dairesi Esas: 2013/16016 Karar: 2013/23512 ANONİM ŞİRKETLERDE HİSSE HACZİNİN USUL VE ŞARTLARI

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:

Sair temyiz itirazları yerinde değil ise de; 

Borçlu icra mahkemesine yaptığı başvuruda; 3.kişi ..... Dış Tic. AŞ.'de bulunan hisse haczinin usule uygun yapılmadığını bu nedenle geçersiz haciz işlemine dayanarak kıymet takdiri yapılması, bilanço ve ticari defterlerin ibrazı yönünde 3.şahıs ....... San ve Dış. Tic. AŞ'ne muhtıra gönderilmesinin usulsüz olduğunu belirterek şikayette bulunduğu anlaşılmıştır. 

Borçlunun şikayeti bu haliyle; hisse haczinin yasaya aykırı olduğu nedeniyle haczin geçersiz olduğuna ilişkindir.

Anonim şirketlerde hisse senedi çıkarılması zorunluluğu yoktur.

SGK'NIN TEDAVİ GİDERLERİ İÇİN SİGORTA ŞİRKETLERİNE RÜCU EDEMEYECEĞİ



Daire:1
Tarih:2013
Esas No:2013/18707
Karar No:2013/17896
Kaynak:KİŞİSEL
İlgili Maddeler:1479 SK 63,6111 59,Geçici 1,2918 SK 98
İlgili Kavramlar:SGK'NIN TEDAVİ GİDERLERİ İÇİN SİGORTA ŞİRKETLERİNE RÜCU EDEMEYECEĞİ
T.C.
YARGITAY
10.Hukuk Dairesi

Esas Karar
2013/18707 2013/17896

Y A R G I T A Y İ L Â M I

Mahkemesi :Ödemiş 1. Asliye Hukuk(İş) Mahkemesi
Tarihi :05.03.2013
No :2012/450-2013/131
Davacı :Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı adına Av. Gökay Yetim
Davalılar :1-Mehmet Tekin
2-Kiraz Devlet Hast. İzafeten Sağlık Bak.adına Av.Cemal Akın
İhbar Olunanlar :1-Güneş Sig. A.Ş. adına Av. Zatiye Selen İnanç
2-Koç Allianz Sig. A.Ş.


Dava, 1479 sayılı Kanunun 63. maddesi gereği, tedavi giderlerinin tahsili istemine ilişkindir.
Mahkemece, bozma üzerine, ilamında belirtildiği şekilde davanın kabulüne karar verilmiştir.
Hükmün, davalılar Mehmet Tekin ve Kiraz Devlet Hast. İzafeten Sağlık Bakanlığı avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi Ebru Pakin Akın tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
Dava; 13.3.2006 tarihinde meydana gelen trafik kazası sonucu yaralanan sigortalıya Kurumca yapılan tedavi giderlerinin rücuan tahsili istemine ilişkin olup, Dairemizin 2012/ 14054-13639 sayılı bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonunda yazılı şekilde karar verilmiş ise de;
Hukuk Genel Kurulu’nun 13.03.2013 gün 2012/10-1156 E. 2013/339 K. sayılı kararında da da belirtildiği üzere, …6111 sayılı Kanunun 59.maddesi ile 2918 sayılı Kanunun 98.maddesinde yapılan değişiklik ve 6111 sayılı Kanunun Geçici 1.maddelari birlikte gözetildiğinde; Kanunun yürürlük tarihinden önce meydana gelen trafik kazalarında, 2918 sayılı Kanunun 98.maddenin 2.fıkrası düzenlemesinden, primlerin aktarılmamış olması halinde sigorta şirketleri ve Güvence Hesabı’nın sorumluluğunun devam edeceği anlamının çıkarılabileceği görülmekte ise de, bu hükmün aynı maddenin 3.fıkrası ile birlikte değerlendirildiğinde; maddenin, sigorta şirketleri ve Güvence Hesabı’na eski hükümlere göre, rücu hakkı verdiği şeklinde değil, süresinde aktarılmayan primleri tahsil için takip yapabilme yetkisini verdiği, dolayısıyla, sigorta şirketlerinin ve Güvence Hesabının, yapacağı aktarım ile prim aktarma borçlarının sona ereceği şeklinde anlaşılması gerekir. Buna karşılık aktarımın yapılmaması halinde, Kurumun
./..
-2-
Esas No: 2013/18707
Karar No: 2013/17896

sigorta şirketine, Güvence Hesabına, işletene ve şoföre rücu hakkının devam edeceği şeklindeki düşünce, Kanun’un amacına uygun düşmeyecektir. Özellikle Yasa’da aktarım için üç yıllık bir sürenin öngörülmüş olması nedeni ile, aktarımın yapıldığı tarihe kadar sorumluluğun devam edeceğinin kabulü, 6111 sayılı Kanunun Geçici 1.maddede düzenlenen geçmiş dönemlerin prim ve katkı paylarının aktarımı hükmü fiilen uygulanamaz hale gelecektir. Bunun sonucunda da Kurum, geçmiş dönem için hem primleri ve katkı paylarını tahsil ederken aynı zamanda, zararını rücuan tahsil edebiliciği için sebepsiz zenginleşebilecektir. .. Sonuç olarak, Kurumun, süresinde aktarılmayan prim ve katkı payları için sigorta şirketlerine karşı 5510 sayılı Kanunun 89.maddesine göre takip yaparak tahsil yetkisi bulunduğu gözetildiğinde, trafik kazası nedeniyle sigortalıya yapılan tedavi giderleri için 6111 sayılı Kanu’nun 59.maddesi ile 2918 sayılı Kanu’nun 98.maddesinde yapılan değişikliğin yürürlük tarihi olan 25.02.2011 tarihinden itibaren, sigorta şirketlerine, Güvence Hesabına, sürücü ve işletene karşı, Kurumun rücu hakkının sona erdiğinin kabulü gerekir…“
Yukarıda belirtilen açıklamalar karşısında, bozma ilamımızda belirttiğimiz yasal düzenlemeler sonrasında, trafik kazaları sonucu genel sağlık sigortalılarına yapılan sağlık giderlerinin zorunlu mali sorumluluk sigorta poliçesi limiti kapsamında kalan kısmı yönünden Kurumun rücu imkânının kalmadığı gözetilmeksizin yazılı şekilde karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O halde, davalılar Mehmet Tekin ve Kiraz Devlet Hast. İzafeten Sağlık Bakanlığı vekillerinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
S O N U Ç : Yukarıda açıklanan nedenle hükmün BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde davalılardan Mehmet Tekin'e iadesine, 01.10.2013 gününde oybirliği ile karar verildi.

Başkan Üye Üye Üye Üye
Süleyman Caner F.Arkan             A.İnceman Ç.Şen T.Akdamar



ÜÇ.
Karşılaştırıldı.
K.Şefi:T.CÖMERT T.C. YARGITAY 10.Hukuk Dairesi Esas Karar 2013/18707 2013/17896 Y A R G I T A Y İ L Â M I Mahkemesi :Ödemiş 1. Asliye Hukuk(İş) Mahkemesi Tarihi :05.03.2013 No :2012/450-2013/131 Davacı :Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı adına Av. Gökay Yetim Davalılar :1-Mehmet Tekin 2-Kiraz Devlet Hast. İzafeten Sağlık Bak.adına Av.Cemal Akın İhbar Olunanlar :1-Güneş Sig. A.Ş. adına Av. Zatiye Selen İnanç 2-Koç Allianz Sig. A.Ş. Dava, 1479 sayılı Kanunun 63. maddesi gereği, tedavi giderlerinin tahsili istemine ilişkindir. Mahkemece, bozma üzerine, ilamında belirtildiği şekilde davanın kabulüne karar verilmiştir. Hükmün, davalılar Mehmet Tekin ve Kiraz Devlet Hast. İzafeten Sağlık Bakanlığı avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi Ebru Pakin Akın tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi. Dava; 13.3.2006 tarihinde meydana gelen trafik kazası sonucu yaralanan sigortalıya Kurumca yapılan tedavi giderlerinin rücuan tahsili istemine ilişkin olup, Dairemizin 2012/ 14054-13639 sayılı bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonunda yazılı şekilde karar verilmiş ise de; Hukuk Genel Kurulu’nun 13.03.2013 gün 2012/10-1156 E. 2013/339 K. sayılı kararında da da belirtildiği üzere, …6111 sayılı Kanunun 59.maddesi ile 2918 sayılı Kanunun 98.maddesinde yapılan değişiklik ve 6111 sayılı Kanunun Geçici 1.maddelari birlikte gözetildiğinde; Kanunun yürürlük tarihinden önce meydana gelen trafik kazalarında, 2918 sayılı Kanunun 98.maddenin 2.fıkrası düzenlemesinden, primlerin aktarılmamış olması halinde sigorta şirketleri ve Güvence Hesabı’nın sorumluluğunun devam edeceği anlamının çıkarılabileceği görülmekte ise de, bu hükmün aynı maddenin 3.fıkrası ile birlikte değerlendirildiğinde; maddenin, sigorta şirketleri ve Güvence Hesabı’na eski hükümlere göre, rücu hakkı verdiği şeklinde değil, süresinde aktarılmayan primleri tahsil için takip yapabilme yetkisini verdiği, dolayısıyla, sigorta şirketlerinin ve Güvence Hesabının, yapacağı aktarım ile prim aktarma borçlarının sona ereceği şeklinde anlaşılması gerekir. Buna karşılık aktarımın yapılmaması halinde, Kurumun ./.. -2- Esas No: 2013/18707 Karar No: 2013/17896 sigorta şirketine, Güvence Hesabına, işletene ve şoföre rücu hakkının devam edeceği şeklindeki düşünce, Kanun’un amacına uygun düşmeyecektir. Özellikle Yasa’da aktarım için üç yıllık bir sürenin öngörülmüş olması nedeni ile, aktarımın yapıldığı tarihe kadar sorumluluğun devam edeceğinin kabulü, 6111 sayılı Kanunun Geçici 1.maddede düzenlenen geçmiş dönemlerin prim ve katkı paylarının aktarımı hükmü fiilen uygulanamaz hale gelecektir. Bunun sonucunda da Kurum, geçmiş dönem için hem primleri ve katkı paylarını tahsil ederken aynı zamanda, zararını rücuan tahsil edebiliciği için sebepsiz zenginleşebilecektir. .. Sonuç olarak, Kurumun, süresinde aktarılmayan prim ve katkı payları için sigorta şirketlerine karşı 5510 sayılı Kanunun 89.maddesine göre takip yaparak tahsil yetkisi bulunduğu gözetildiğinde, trafik kazası nedeniyle sigortalıya yapılan tedavi giderleri için 6111 sayılı Kanu’nun 59.maddesi ile 2918 sayılı Kanu’nun 98.maddesinde yapılan değişikliğin yürürlük tarihi olan 25.02.2011 tarihinden itibaren, sigorta şirketlerine, Güvence Hesabına, sürücü ve işletene karşı, Kurumun rücu hakkının sona erdiğinin kabulü gerekir…“ Yukarıda belirtilen açıklamalar karşısında, bozma ilamımızda belirttiğimiz yasal düzenlemeler sonrasında, trafik kazaları sonucu genel sağlık sigortalılarına yapılan sağlık giderlerinin zorunlu mali sorumluluk sigorta poliçesi limiti kapsamında kalan kısmı yönünden Kurumun rücu imkânının kalmadığı gözetilmeksizin yazılı şekilde karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir. O halde, davalılar Mehmet Tekin ve Kiraz Devlet Hast. İzafeten Sağlık Bakanlığı vekillerinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.      S O N U Ç : Yukarıda açıklanan nedenle hükmün BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde davalılardan Mehmet Tekin'e iadesine, 01.10.2013 gününde oybirliği ile karar verildi. Başkan Üye Üye Üye Üye Süleyman Caner F.Arkan   A.İnceman Ç.Şen T.Akdamar ÜÇ. Karşılaştırıldı. K.Şefi:T.CÖMERT

LİMİTED ŞİRKET HİSSE DEVİR BEDELİNİN TAHSİLİ



Taraflar arasında görülen davada ...1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce verilen 09.10.2012 tarih ve 2012/193-2012/670 sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü: 
Davacı vekili, müvekkilinin A... Limited Şirketi'nin %5 hissesinin sahibi iken 26/07/2011 tarihinde 15.000,00 TL. bedelle davalıya bu hissesini sattığını, taraflar arasında düzenlenen bir tutanak ile bu satış sırasında verilmesi gereken satış bedelinin 05/09/2011 tarihinde alınacak şirket yönetimi kararı ile oluşturulacak ödeme planı ile borçlunun ödeme yapacağının belirtildiğini, alacağın tahsili için davalı aleyhine başlatılan takibe itiraz edildiğini, itiraz üzerine takibin durdurulduğunu ileri sürerek, icra takibine itirazın iptaline, takibin devamına, davalının alacağın %40'ından az olmamak üzere icra inkar tazminatına mahkum edilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, noterde düzenlenen limited şirket hisse devri sözleşmesi ile davacının A... Limited Şirketi'ndeki 100 hissesini 2.500,00 TL bedel karşılığında devir ve temlik ettiğini ve devir bedelini müvekkilinden nakten ve tamamen aldığını beyan ederek beyanını imzası ile tastik ettiğini, bu resmi belge karşısında bu resmi belgeden önce düzenlenmiş ve ancak yazılı delil başlangıcı sayılabilecek bir tutanağın geçerliliğinin sözkonusu olamayacağını, davalının kötüniyetli olduğunu savunarak, davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, iddia, savunma ve dosya kapsamına göre; noterde düzenlenen limited şirket hisse devri sözleşmesinde devir bedelinin 2.500,00 TL olduğunun ve bu bedelin davacıya nakten ve tamamen ödendiğinin belirtildiği, davacının noter sözleşmesindeki kayıtların aksini aynı kuvvet ve mahiyette yazılı belge ile ispatlaması gerektiği, resmi şekilde yapılması zorunlu olan sözleşmelerdeki değişikliklerin de aynı şekle tabi olduğu, bu nedenle 26/07/2011 tarihli noterlikçe yapılan devir sözleşmesinin aksinin 26/07/2011 tarihli tutanak ile ispatının mümkün olmadığı gerekçesiyle; davanın reddine karar verilmiştir.

Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.

Dava, limited şirket hisse devir bedelinin tahsiline ilişkin olup, taraflar arasında 26/07/2011 tarihinde noterde hisse devir sözleşmesi düzenlenmiş ve devir bedeli 2.500,00 TL olarak gösterilmişse de aynı tarihte taraflar devir bedelinin 15.000,00 TL olduğuna ve oluşturulacak ödeme planıyla ödeneceğine dair de adi yazılı belge düzenlemişlerdir. 26/07/2011 tarihli belgeden tarafların bedelde muvazaa yaptıkları ve bu bedelin noterde ödenmediği anlaşıldığına göre mahkemece taraflar arasında düzenlenen belgeye itibar edilerek bir karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir. 

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle hükmün davacı yararına BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz edene iadesine, 30.10.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

kararara.com


Hangi şirketler avukat bulundurmak zorundadır?

Avukatlık Kanuna göre bazı şirketler ve yapı kooperatifleri bünyelerinde sözleşmeli bir avukat bulundurmak zorundadırlar. Yükümlü oldukları halde bünyelerinde avukat istihdam etmeyen şirketleri çok ağır cezalar beklemektedir.

Öncelikle belirtmek gerekir ki, adli işlerde dava açmaya yeteneği olan herkes kendi davasına ait evrakı düzenleyebilir, davasını bizzat açabilir ve işini takip edebilir.Ancak esas sermaye miktarı 250.000 TL ve üzerinde olan anonim şirketler ve üye sayısı yüz veya daha fazla olan yapı kooperatifleri sözleşmeli bir avukat bulundurmak zorundadır.

Yani esas sermaye miktarı 250.000 TL’nin altında olan anonim şirketler ve üye sayısı yüz veya daha fazla olan yapı kooperatifleri kendi davaları ile ilgili olarak evrak düzenleme, dava açma ve iş takip etme vazifelerini ancak sözleşmeli bir avukat eliyle yürütmek zorundadırlar. 
Bununla birlikte Avukatlık Kanununda “esas sermaye sistemi” ifade edildiğinden, kayıtlı sermaye sistemini benimseyen kapalı anonim şirketlerde avukat bulundurma zorunluluğu bulunmamaktadır. Fakat bu durum tartışmalı ve muallak bir hal arz ettiğinden, imkanları ölçüsünde kayıtlı sermaye sistemini benimseyen kapalı anonim şirketlerin de hukuksal işlemlerini avukatlar eliyle yürütmelerinde fayda vardır. 
Anonim şirketlerin avukat bulundurma zorunluluğu şirketin tüzel kişilik kazanması veya sermaye artırımı sonrasında sermaye miktarı 250.000 TL ve üzerine çıkmışsa, sermaye artırımına ilişkin genel kurul kararının ticaret siciline tescil ettirildiği anda başlamaktadır.

Anonim şirketlerin ödeyeceği avukatlık ücreti

2014 yılı için esas sermaye miktarı 250.000 TL ve üzerinde olan anonim şirketler ve üye sayısı yüz veya daha fazla olan yapı kooperatifleribünyelerinde bulundurmak zorunda oldukları avukatlar için en az 1.250 TL aylık ücret ödemek zorundadırlar. 

Sözleşmeli avukat çalıştırmayan anonim şirketler ne kadar ceza öderler?

Yükümlü oldukları halde sözleşmeli avukat tayin etmeyen şirketlere Cumhuriyet savcısı tarafından sözleşmeli avukat tayin etmedikleri her ay için asgari ücretin 2 katı ceza uygulanmaktadır. Uygulanacak asgari ücret tutarı suç tarihinde geçerli olan asgari ücrettir. Örneğin 2014 yılı temmuz ayında ifade edilen yükümlülüğü yerine getirmeyen anonim şirkete ay bazında 2.268 TL ceza uygulanacaktır. 
Görüldüğü üzere avukat çalıştırma yükümlülüğünü yerine getirmeme cezası gerçekten ağır ve firmaları zor durumda bırakabilecek bir cezadır. Örneğin iki yıl bünyelerinde sözleşmeli avukat bulundurmayan bir firmaya uygulanacak ceza 135.216 TL’dir.
Belirtilen cezalarla karşılaşmamak adına esas sermaye miktarı 250.000 TL ve üzerinde olan anonim şirketlerin bünyelerinde kesinlikle avukat bulundurmalarının yararlarına olacağını belirtmekte fayda var.


www.samanyoluhaber.com

Yeni TTK’ya İlişkin Yargıtay Kararı: Limited Şirketin Haklı Nedenle Feshi Davası


  • İki Ortaklı Limited Şirket
  • Haklı Nedenle Limited Şirketin Fesih ve Tasfiyesi 
  • Mahkemenin Taleple Bağlı Olmaması
  • Yürürlük Kanunu
  • Taraf İradelerinden Bağımsız Olarak Kanunla Düzenlenen Hukuki İlişkiler
Özet:
  • TTK m. 636/3′de haklı sebeplerin varlığında, her ortağın mahkemeden şirketin feshini isteyebileceği, mahkemece, istem yerine, davacı ortağa payının gerçek değerinin ödenmesine ve davacı ortağın şirketten çıkarılmasına veya duruma uygun düşen ve kabul edilebilir diğer bir çözüme hükmedebileceği düzenlenmiştir.
  • Tarafların iradelerinden bağımsız olarak, kanunla düzenlenen hukuki ilişkilere, bunlar Türk Ticaret Kanunu’nun yürürlüğe girmesinden önce kurulmuş olsalar bile, Türk Ticaret Kanunu hükümleri uygulanacaktır.
İlgili Maddeler: TTK 573/1TTK 636/3, 6103 sayılı Kanun m. 3
DAVA: Taraflar arasında görülen davada Büyükçekmece 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce verilen 28/02/2012 gün ve 2010/856-2012/64 sayılı kararı onayan Daire’nin 11.06.2013 gün ve 2012/13984-2013/12094 sayılı kararı aleyhinde davalılar vekili tarafından karar düzeltilmesi isteğinde bulunulmuş ve karar düzeltme dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dosya için düzenlenen rapor dinlenildikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
Davacı vekili asıl ve birleşen davasında, müvekkilinin davalı şirketin iki ortağından birisi olduğunu, davalı gerçek kişinin anasözleşme ile şirket müdürü olarak atandığını, ancak şirket sermayesini amacına uygun kullanmadığını, şirketle ilgili olmayan kişilere ödeme yaptığını, şirket defterlerini usulüne uygun tutmadığını, faaliyetlerini durduğunu ve şirketi zarara uğrattığını ileri sürerek, davalı şirketin feshini, şirkete kayyum atanmasını, 1.000 TL tazminatın davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir.
Davalılar vekili, şirketin faaliyetlerinin durmasına davacının neden olduğunu savunarak, davanın reddini istemiştir.
Mahkemece bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonucunda, şirket ortağı olan davacı ve davalının birbirlerine karşı güven ve itimadı zedeleyici hareketlerde bulundukları, ortak menfaate aykırı davrandıkları ve bu olaylarda her ikisinin eşit kusurlu olduğu, TTK 549 ve devamı maddelerinde belirtilen fesih sebebinin oluştuğu ancak tazminat şartları oluşmadığı gerekçesiyle, davalı şirketin feshine, tasfiye memuru atanmasına, tasfiye memuruna 500 TL ücret takdirine, diğer taleplerin reddine davalılar vekilinin temyizi üzerine, Dairemizce onanmıştır.
Davalılar vekili, karar düzeltme isteminde bulunmuştur.
KARAR1-Dosyadaki yazılara, mahkeme kararında belirtilip Yargıtay ilamında benimsenen gerektirici sebeplere göre, davalılar vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan ve HUMK’nın 440. maddesinde sayılan hallerden hiç birisini ihtiva etmeyen diğer karar düzeltme istemlerinin reddi gerekmiştir.
2-Dava, haklı nedenle limited şirketin fesih ve tasfiyesi ile şirket müdürü davalının verdiği zararın tazmini istemine ilişkindir.
Şirket müdürü aleyhine açılan tazminat davasının reddine yönelik önceden tesis edilen karar kesinleşmiş, iki ortaklı limited şirketin, ortaklarının eşit kusurlu olduğu kabul edilerek yazılı şekilde fesih ve tasfiyesine karar verilmiştir. Ancak, karar tarihinden sonra yürürlüğe giren 6102 sayılı TTK’nın 573/1. maddesi uyarınca limited şirketlerin tek ortaklı olarak da tüzel kişiliğini ve ticari hayatlarını sürdürmeleri mümkün hale gelmiştir. Aynı Kanun’un 636/3. maddesi hükmüne göre de haklı sebeplerin varlığında, her ortağın mahkemeden şirketin feshini isteyebileceği, mahkemece, istem yerine, davacı ortağa payının gerçek değerinin ödenmesine ve davacı ortağın şirketten çıkarılmasına veya duruma uygun düşen ve kabul edilebilir diğer bir çözüme hükmedebileceği düzenlenmiştir.
6103 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanun’un 3. maddesi hükmüne göre, tarafların iradelerinden bağımsız olarak, kanunla düzenlenen hukuki ilişkilere, bunlar Türk Ticaret Kanunu’nun yürürlüğe girmesinden önce kurulmuş olsalar bile, Türk Ticaret Kanunu hükümleri uygulanacaktır.
Bu durum karşısında, 6103 sayılı Kanunu’nun 3. ve 6102 sayılı Kanunu’nun 573/1. ile 636/3. maddeleri hükümleri dikkate alınarak bir değerlendirme yapılması için, davalılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile kararın bozulması gerekirken yazılı şekilde onanmış olduğundan, davalılar vekilinin karar düzeltme isteminin kabulü ile Dairemizin 11.06.2013 Tarih, 2012/13984 Esas-2013/12094 Karar sayılı onama kararının kaldırılarak kararın yukarıda açıklanan nedenlerle bozulmasına karar vermek gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalılar vekilinin diğer karar düzeltme istemlerinin reddine, (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle karar düzeltme istemlerinin kabulü ile Dairemizin 13.09.2013 Tarih, 2012/17039 Esas-2013/15574 Karar sayılı onama kararının kaldırılarak yukarıda açıklanan nedenlerle kararın BOZULMASINA, ödedikleri temyiz peşin, temyiz ilam ve karar düzeltme harçlarının istekleri halinde karar düzeltme isteyen davalılara iadesine, 11.02.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

SGK PRİMLERİNDEN ŞİRKET YÖNETİCİLERİNİN SORUMLULUĞU


T.C.
YARGITAY
Onuncu Hukuk Dairesi

E: 2013/21222
K:2014/6804
T:25.03.2014

·         Tüzel Kişiliğe Haiz Özel Kuruluşta Primlerin Ödenmesinden Sorumlu Olanlar
·         Üst Düzey Yöneticinin İflasın Açılmasından Önce Gecikme Zammından Müteselsil Sorumluluğu
Özet: Tüzel kişiliği haiz özel kuruluşta görev yapan bir kişinin primlerin ödenmesinden işverenle birlikte müştereken ve müteselsilen sorumlu olabilmesi için, primlerin tahakkuk ve ödenmesinde yetkili, üst düzey yöneticisi olması zorunludur.
Prim borçlusu anonim şirkette, prim tahakkuk ve ödeme dönemlerinde 506 sayılı Yasa ’nın 80. maddesine göre üst düzey yönetici olan davacının, 6183 sayılı Kanunun 52. maddesi gereği iflasın açılmasından sonra gecikme zammından sorumlu olmayacağı gözetilerek, iflasın açıldığı tarihe kadar sorumlu olacağı borcun hesabı yapılmalıdır.
(506 s. SSK m. 80)
(6183 s. AAK m. 52)
(818 s. BK m. 143)

Anonim Şirketlerin Fesih ve Tasfiyesi, Pay Sahipleri Sayısının Düşmesi


Özet: Dava tarihinden sonra yürürlüğe giren 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu ’nun 338. maddesine göre Anonim Şirketlerin tek ortaklı olarak dahi ticari hayatlarına devam etmesinin mümkün olduğu ve 6103 sayılı Kanun 'un 3. maddesine göre de hu hükmün TTK 'nın yürürlüğe girmesinden önceki olaylara da uygulanacağı gözetilmelidir.

(6102 s. TTK m. 338)

(6103 s. TTKYK m. 3)

(6762 s. TTK m. 434, 435)

Taraflar arasında görülen davada Bakırköy 5. Asliye Ticaret Mahkemesince verilen 16.10.2012 tarih ve 2010/312-2012/456 sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi davalı şirket kayyımı tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için tetkik hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:

Davacı vekili, davalı şirketin 30.11.1987 yılında kurulduğunu, 5 ortaklı iken ortaklardan Ahmet'in hissesini müvekkili Ayşe'ye devretmesi ile ortak sayısının 4'e düştüğünü, yönetim kurulunun 01.02.2010 tarihinde toplanarak ortak sayısı 4'e düştüğü için fesih ve tasfiye kararı aldığını, şirket aile şirketi olduğu için dışarıdan ortak alarak faaliyetini sürdüremeyeceğini, TTK'nın 434. ve 435 maddelerinde öngörülen fesih koşullarının gerçekleştiğini ileri sürerek, şirketin fesih ve tasfiyesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı şirketi temsilen atanan kayyım, şirketin deftersiz tasfiye haline sokulması için özellikle 4 ortaklı hale getirildiğini savunarak, davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, iddia, savunma ve tüm dosya kapsamına göre, zabıta araştırmasında davalı şirketin adresinde faal olmadığının anlaşıldığı, ticaret sicilinde son tescilin 02.03.2009 tarihinde yapıldığı, vergi yoklama fişlerinde iş yeri terk durumunda olduğu, şirket defterlerine ulaşılamadığı, davalı şirkete kayyım atanıp ortak sayısının 5'e çıkarılması için verilen makul sürede şirket genel kurulunun toplanamadığı, 6102 sayılı TTK'nın da tek kişilik anonim şirket kurulması kabul edilmiş ise de huzurdaki davanın 22.02.2010 tarihinde 6762 sayılı Yasa zamanında açıldığı gerekçesiyle davanın kabulüne, davalı şirketin 6762 sayılı TTK'nın 434. ve 435. maddeleri uyarınca fesih ve tasfiyesine, tasfiye memuru olarak resen mali müşavir İrfan'ın atanmasına, tasfiye işlemleri için tasfiye memuruna toplam 3.000 TL ücret takdirine, ileride şirket hesaplarından tahsil edilmek üzere ücretin davacı tarafça ödenmesine karar verilmiştir.

Kararı, davalı şirket kayyımı temyiz etmiştir.

Dava, A.Ş'nin ortak sayısının 5'in altına düşmesi nedeniyle TTK'nın 434. ve 435. maddeleri uyarınca fesih ve tasfiyesi istemine ilişkindir. Mahkemece, 6102 sayılı TTK'nın da tek kişilik anonim şirket kurulması kabul edilmiş ise de huzurdaki davanın 22.02.2010 tarihinde 6762 sayılı Yasa zamanında açıldığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir. Ancak dava tarihinden sonra yürürlüğe giren 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu'nun 338. maddesine göre Anonim Şirketlerin tek ortaklı olarak dahi ticari hayatlarına devam etmesi mümkündür.

6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu'nun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında

6103 sayılı Kanun'un 3. maddesine göre de bu hüküm TTK'nın yürürlüğe girmesinden önceki olaylara da uygulanır.

Bu itibarla davalı şirket kayyımının temyiz itirazlarının kabulüyle hükmün davalı yararına bozulmasına karar vermek gerekmiştir.

Sonuç: Yukarıda açıklanan nedenlerle davalı şirket kayyımının temyiz itirazının kabulü ile kararın davalı şirket yararına (BOZULMASINA), ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz eden davalı şirket kayyımına iadesine, 11.10.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

ORTAKLIK PAYINI DEVREDEN LİMİTED ŞİRKET ORTAĞININ, DEVİR ÖNCESİ KAMU ALACAĞINDAN SORUMLULUĞU

6183 sayılı Kanun’un 35. maddesine göre limited şirket ortakları, şirketten tahsiline olanak bulunmayan kamu alacaklarının ödenmesinden doğrudan doğruya ve payları oranında sorumlu olduğundan, kamu alacağını yaratan vergilendirmenin ait olduğu dönemde şirketin paylarına sahip ortakların, bu dönemden sonra paylarını devretmiş olsalar da ortaklık sıfatının sürdüğü dönemlere ilişkin kamu borçlarından sorumlu olacakları hk.
İstemin Özeti: (...) Ltd. Şti.’nden tahsil edilemeyen 1996 yılına ait kurumlar vergisi, fon payı, gelir (stopaj) vergisi, kaçakçılık cezası ve gecikme faizinin 6183 sayılı Yasa’nın 35. maddesi uyarınca ortak sıfatıyla davacıdan tahsili amacıyla düzenlenen 28.12.2006 günlü ve 14853 ve 14855 sayılı ödeme emirlerinin iptali istemiyle dava açılmıştır.
Davayı inceleyen Vergi Mahkemesi kararıyla; davaya konu ödeme emirleri düzenlenmeden önce davacının şirketteki hissesini (…) Noterliğinin 16.08.1996 günlü ve 18213 sayılı hisse devir senediyle devrederek ortaklıktan ayrıldığı ve bu kararın 02.09.1996 gün ve 4114 sayılı Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi’nde tescil ve ilan edildiği, 6183 sayılı Kanun’un 35. maddesinde limited şirketten tahsil olanağı kalmayan kamu borçlarından dolayı ortaklar için öngörülen sorumluluk, ortak sıfatına ve ortaklık payına bağlı bir sorumluluk olduğundan ve ortak hissesini devretmesiyle şirketle ilgisi kalmayacağı için devir tarihinden önceki ve sonraki dönemlere ilişkin vergi borçlarından sorumlu tutulamayacağından, şirketteki hissesini devreden ve şirketle ilgisi kalmayan davacının, ortak sıfatıyla takibinin olanaklı olmadığı gerekçesiyle ödeme emirlerini iptal etmiştir.
Vergi idaresinin temyiz istemini reddetmişse de karar düzeltme istemini kabul eden Danıştay Üçüncü Dairesi, önceki kararını kaldırdıktan sonra verdiği 29.09.2010 günlü ve E: 2009/5608, K: 2010/2871 sayılı kararıyla; 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 8. maddesinin 3. fıkrasına göre limited şirketteki ortaklık payının kısmen veya tamamen bir üçüncü kişiye devrine ilişkin sözleşmeler, özel hukuk sözleşmesi olduklarından, kamu alacağının tahsilinden doğan sorumluluğun, belirtilen nitelikteki pay devri sözleşmeleriyle ortadan kaldırılmasına olanak bulunmadığı, bu nedenle 6183 sayılı Yasa’nın 35. maddesinden doğan ve limited şirket ortaklarını, şirketten tahsiline olanak bulunmayan kamu alacaklarının ödenmesinden doğrudan doğruya ve payları oranında sorumlu tutan kural karşısında, tahsili gereken kamu alacağını yaratan vergilendirmenin ait olduğu dönemde şirketin paylarına sahip ortakların, bu dönemden sonra paylarını devretmiş olsalar da ortaklık sıfatının sürdüğü dönemlere ilişkin şirketin kamu borçlarından kaynaklanan sorumluluklarının kalkacağından söz edilemeyeceği, hisse devri ilan edilerek ortaklık sıfatı sona eren davacının; ortaklık sıfatının, hisse devir işleminin ilan edilerek hukuken sona erdiği 02.09.1996 tarihine kadar olan şirket tüzel kişiliğine ait kamu alacağından hissesi oranında sorumlu tutulmasında Yasa’ya aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle kararı bozmuştur.
Bozma kararına uymayan Vergi Mahkemesi kararıyla; davacı tarafından bozma kararından sonra verilen dilekçede görülmekte olan dava kapsamında haciz işleminin iptalinin istenmesinin davanın genişletilme yasağına aykırı olduğu gerekçesiyle buna ilişkin davayı incelemeksizin reddetmiş ve ödeme emirleri yönünden ilk kararında yer alan hukuksal nedenler ve gerekçeyle ısrar etmiştir.
Israr kararı vergi idaresi tarafından temyiz edilmiş ve payı devretmiş olsa da davacının sorumluluğunun devam ettiği ileri sürülerek bozulması istenmiştir.
Karar: (...) Ltd. Şti.’den tahsil edilemeyen 1996 yılına ait kurumlar vergisi, fon payı, gelir (stopaj) vergisi, kaçakçılık cezası ve gecikme faizinin 6183 sayılı Yasa’nın 35. maddesi uyarınca ortak sıfatıyla davacıdan tahsili amacıyla düzenlenen 28.12.2006 günlü ve 14853 ve 14855 sayılı ödeme emirlerinin iptaline ilişkin vergi mahkemesi ısrar kararı vergi idaresi tarafından temyiz edilmiştir.
6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un 4369 sayılı Kanun’un 21. maddesiyle değişik 35. maddesinde, limited şirket ortaklarının, şirketten tahsil imkanı bulunmayan amme alacağından sermaye hisseleri oranında doğrudan doğruya sorumlu olacakları ve bu Kanun hükümleri gereğince takibe tabi tutulacakları düzenlemesi yer almaktadır.
213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun “mükellef ve vergi sorumlusu” başlıklı 8. maddesinin 3. fıkrasında da, vergi kanunlarıyla kabul edilen haller müstesna olmak üzere, mükellefiyete veya vergi sorumluluğuna ilişkin özel mukavelelerin vergi dairelerini bağlamayacağı öngörülmüştür. Limited şirketteki ortaklık payının kısmen veya tamamen bir üçüncü kişiye devrine ilişkin sözleşmeler, özel hukuk sözleşmesidir. Kamu alacağının tahsilinden doğan sorumluluğun, pay devri sözleşmesiyle ortadan kaldırılmasına olanak bulunmamaktadır.
Bu nedenle 6183 sayılı Yasa’nın 35. maddesinden doğan ve limited şirket ortaklarını, şirketten tahsiline olanak bulunmayan kamu alacaklarının ödenmesinden doğrudan doğruya ve payları oranında sorumlu tutan kural karşısında, tahsili gereken kamu alacağını yaratan vergilendirmenin ait olduğu dönemde şirketin paylarına sahip ortakların, bu dönemden sonra paylarını devretmiş olsalar da ortaklık sıfatının sürdüğü dönemlere ilişkin şirketin kamu borçlarından sorumluluklarının kalkması söz konusu edilemez.
Dosyadaki belgelere göre 02.09.1996 tarih ve 4114 sayılı Ticaret Sicil Gazetesi’nde ilan ve sicile tescil edilen (…) Noterliğinin 16.08.1996 tarih ve 18213 yevmiye sayısı ile onayladığı 16.08.1996 tarihli ortaklar kurulu kararına göre şirket paylarını devretmesi sebebiyle ortaklık sıfatı sona eren davacının, ödeme emrine konu vergi borcunun ait olduğu dönemde şirket ortağı olduğu saptandığından, payların devrinden dolayı, devir tarihinden önceki dönemlerin kamu borçlarından doğan ve şirketten tahsil edilemeyen vergi ve buna bağlı alacaklardan sorumluluğun da kalkacağına dayanılarak verilen ödeme emirlerinin iptali yolundaki ısrar kararı hukuka uygun görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, temyiz isteminin kabulüyle, Vergi Mahkemesinin ısrar kararının bozulmasına, oyçokluğu ile karar verildi(*).
(*)         KARŞI OY: Temyiz dilekçesinde ileri sürülen iddialar, ısrar kararının dayandığı hukuksal nedenler ve gerekçe karşısında, yerinde ve kararın bozulmasını sağlayacak nitelikte bulunmadığından, istemin reddi gerektiği oyu ile karara katılmıyoruz.

LİMİTED ŞİRKETİN VARLIĞINDAN TAHSİL EDİLEMEYEN VERGİ ALACAĞININ TAHSİLİNDE TAKİP SIRASI


Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulu
Tarih         : 30.04.2014
Esas No    : 2014/144
Karar No   : 2014/307
AATUHK  Md. 35
VUK  Md. 10
 
LİMİTED ŞİRKETİN VARLIĞINDAN TAHSİL EDİLEMEYEN VERGİ ALACAĞININ TAHSİLİNDE TAKİP SIRASI
Limited şirketin mal varlığından tahsil edilemeyen vergi borcuna karşı kanuni temsilciler ile limited şirket ortaklarının sorumluluk durumlarının, aralarında sıralama yapılmasını gerektirecek nitelikte olmadığı gibi Yasa’da da bir öncelik sıralaması yapılmadığından, şirketin mal varlığından tahsil edilemeyen vergi alacağı için şirket ortaklarının takip edilebileceği hk.
İstemin Özeti: Davacının ortağı olduğu (…) Ltd. Şti.’nin vadesinde ödenmeyen Ekim ila Aralık 2000 dönemlerine ilişkin vergi ziyaı cezalı katma değer vergisi, gecikme faizi ve yargı harcı borçlarının tahsili amacıyla adına düzenlenen ödeme emirleri davaya konu yapılmıştır.
Davayı İnceleyen Vergi Mahkemesi kararıyla; 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un 5766 sayılı Kanunla değişik 35. maddesinin 1, 2 ve 3. fıkraları ile 5766 sayılı Kanunla eklenen geçici birinci maddesine değindikten sonra davacının şirkete 12.10.2000 tarihinde ortak olduğu ve 23.05.2005 tarihine kadar bu sıfatının devam ettiği, şirket adına yapılan tarhiyata karşı açılan davanın reddi üzerine düzenlenen 2 no.lu ihbarnamelerin 28.01.2008 tarihinde şirkete tebliğine karşın amme alacağının ödenmemesi nedeniyle düzenlenen ödeme emirlerinin de 23.07.2009 tarihinde şirket müdürüne tebliğ edildiği, ödeme emri içeriği vergi borçlarının ödenmemesi ve dava konusu yapılmaması üzerine ülke çapında şirket malvarlığı araştırması yapıldığı ve şirkete ait her hangi bir malvarlığına rastlanmadığı, 6183 sayılı Yasa’nın 35. maddesinde yapılan değişiklikler ile kamu alacaklarından ikinci derecede sorumlu olan limited şirket ortaklarının sorumlulukları ile ilgili açıklayıcı hükümler getirildiği ve limited şirketin amme borçlarından, eski ve yeni ortakların ne şekilde sorumlu olacakları hususu düzenlendiği gibi diğer taraftan madde ile bu şahıslara sermaye hisseleri oranında müteselsil sorumluluk esası getirildiği, şirketten tahsil imkanı kalmayan amme alacaklarının tahsili için şirket ortaklarının sorumluluğuna gidileceğinin açık olması ve yargı kararları ile kesinleşen borcun adı geçen şirketten tahsili imkanının kalmaması karşısında, borcun doğduğu dönemde şirket ortağı olan davacının hissesi oranında takip edilmesinde ve adına ödeme emri düzenlenmesinde yasal isabetsizlik bulunmadığı gerekçesiyle davayı reddetmiştir.
Davacının temyiz istemini inceleyen Danıştay Dokuzuncu Dairesi, 11.04.2013 günlü ve E. 2010/9949, K. 2013/3284 sayılı kararıyla; şirketten tahsil edilemeyen vergi borçlarının 5766 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesi hükmüne dayanılarak 6183 sayılı Kanun’un 35. maddesi uyarınca davacı adına şirket ortağı sıfatıyla dava konusu ödeme emirlerinin düzenlendiği 6183 sayılı Kanun’un 35. maddesinin 4369 sayılı Kanun’un 21. maddesi ve 5766 sayılı Kanun’un 3. maddesi ile değişik hali, 5766 sayılı Kanun’un yürürlük maddesi olan 27. ve geçici 1. maddelerine değindikten sonra, 5766 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesinin yürürlüğünün durdurulmasına ilişkin Anayasa Mahkemesi’nin kararı 14.05.2011 tarih ve 27934 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği görüldüğünden, 5766 sayılı Kanun ile 6183 sayılı Kanun’da yapılan ve vergi borcundan sorumlu tutulan şahıslar hakkında önceden var olmayan bir takım yeni sorumluluk yolları ve kriterleri getiren değişikliklerin, artık henüz tahsil edilmeyen amme alacakları için de geriye yürütülerek söz konusu alacakların tahsiline ilişkin olarak yapılacak işlemlere uygulanma imkanı bulunmadığından, uyuşmazlığın, davacının sorumlu tutulduğu kamu alacağının ait olduğu dönemlerde yürürlükte bulunan 6183 sayılı Kanun’un 35. maddesi uyarınca çözümlenmesi gerektiği, 6183 sayılı Kanun’un uyuşmazlık konusu olan dönemlerde yürürlükte bulunan 35. maddesinin 4369 sayılı Kanun’un 21. maddesiyle değişik düzenlemesine göre, ödeme emri ile takip edilen kamu alacakları hangi vergilendirme dönemine ilişkin olarak tahakkuk etmiş ise, şirket hakkındaki kanuni takip yolları tüketilmek koşuluyla bunların ödenmemesinden de yine aynı dönemde ortak olan kişinin sadece ortak olduğu dönemlerle sınırlı olarak sorumlu olacağı sonucuna ulaşıldığı, 213 sayılı Kanun’un 10. maddesi ile 6183 sayılı Kanun’un 35. maddesinin birlikte değerlendirilmesinden; limited şirketin vergi borcunun öncelikle şirketin mal varlığından tahsiline çalışılması, vergi borcunun şirketten tahsilinin olanaksız olduğunun tespit edilmesi halinde ise, vergilendirme ile ilgili ödevleri yerine getirmekle sorumlu bulunmasına karşın, bu ödevleri yerine getirmeyen kanuni temsilcilerin takip edilmesi gerekmekte, şayet kanuni temsilcinin varlığından da vergi borcu tahsil edilemezse, ancak bu aşamada ortağın ilgili olduğu döneme göre sermaye miktarı veya sermaye hissesi göz önünde bulundurularak takip edilmesinin mümkün olduğu, vergi borcunun şirketten tahsilinin olanaksız hale geldiğinin anlaşılması üzerine şirketin kanuni temsilcisi adına ödeme emirleri düzenlendiği, daha sonra ortak olan davacının takip edildiği belirtildiğinden, şirketten tahsil edilemeyen kamu alacağının şirket ortağına başvurulmadan önce şirketin kanuni temsilcisi nezdinde yapılan takibat neticesinde tahsilinin gerçekleştirilip gerçekleştirilmediği hususunun araştırılması ve bunun sonucuna göre bir karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle kararı bozmuştur.
Bozma kararına uymayan Vergi Mahkemesi kararıyla; ilk kararında yer alan hukuksal nedenler ve gerekçeye ek olarak 213 sayılı Kanun’un 10. maddesindeki hükümden de anlaşılacağı üzere kanuni temsilciler, yerine getirmeleri gereken şirkete ait vergisel ödevlerin yerine getirilmemesi nedeniyle sorumlu tutuldukları halde limited şirket ortakları doğrudan doğruya sorumlu tutulduğundan ve kanuni temsilciler borcun tamamından müteselsilen sorumlu oldukları halde ortakların sorumluluğu sermaye payına isabet eden borçlarla sınırlanmış olup, kanuni temsilcilere rücu olanağı sağlanmış iken ortaklara böyle imkan tanınmadığından, iki ayrı sorumluluk durumunun aralarında sıralama yapılmasını gerektirecek nitelikte olmadığı gibi Yasa’da da böyle bir öncelik sıralaması yapılmadığı gerekçesiyle ısrar etmiştir.
Israr kararı davacı tarafından temyiz edilmiş ve asıl borçlu şirket ve şirketin kanuni temsilcisi takip edilmeden, ortaklığından dolayı sorumluluğu nedeniyle takip edilemeyeceği ileri sürülerek bozulması istenmiştir.
Karar: Vergi mahkemesinin kararının ısrar hükmü aynı hukuksal nedenler ve gerekçe ile Kurulumuzca da uygun bulunmuş ve temyiz dilekçesinde ileri sürülen iddialar kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir.
Ancak, vergi mahkemesinin kararı, vergi borcunun şirketten tahsilinin olanaksız olduğunun tespit edilmesi halinde vergilendirme ile ilgili ödevleri yerine getirmekle sorumlu bulunmasına karşın, bu ödevleri yerine getirmeyen kanuni temsilcilerin takip edilmesi gerektiği ve şayet kanuni temsilcinin varlığından da vergi borcu tahsil edilemezse ancak, bu aşamada ortağın takip edilmesinin mümkün olduğu gerekçesiyle bozulmuş olduğundan, uyuşmazlığın esasına ilişkin temyiz incelemesi yapılmamış olup, bu incelemenin Kurulumuzca değil, ilk derece yargı yerince verilen kararları temyizen incelemekle görevli vergi dava dairesince yapılması gerekmektedir.
Bu nedenle, temyiz isteminin ısrar hükmü yönünden reddine, kararın, davanın reddine ilişkin hüküm fıkrası temyizen incelenmek üzere dosyanın Danıştay Dokuzuncu Dairesine gönderilmesine, oyçokluğu ile karar verildi(*).


(*)       KARŞI OY-X: Temyiz isteminin kabulüyle, ısrar kararının Danıştay Dokuzuncu Dairesinin bozma kararında yer alan hukuksal nedenler ve gerekçe uyarınca bozulması gerektiği oyu ile karara katılmıyoruz.